Eski başbakanlardan, büyük devlet ve siyaset adamı Süleyman Demirel’e atfedilen “Boş tencerenin yıkamayacağı hükümet yoktur.” sözünün siyasette daha sıkça kullanılması, toplumun yaşadığı geçim sıkıntısının bir göstergesi olarak güncelliğini korumaktadır.

    Boş tencerenin yakıcı etkisinin toplumu çok sıkıca sardığı günlerden geçiyoruz. Bu öfkenin ve tepkinin iktidarları devirecek büyüklüğe ulaşıncaya kadar geçen süreç, tabii ki bir sebep değil, sonuçtur.

   İnancımızda çok önemli bir yere sahip olan” Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” Hadis-i Şerifi de, boş tencerenin yol açabileceği yıkıntıyı önceden görmemiz ve buna göre davranmamız gerektiğini emretmiyor mu?...

   Gelir dağılımındaki dengesizlik ve eşitsizlik, toplumdaki dayanışma duygusunu yok etmektedir. Hakça paylaşımın olmadığı toplumlarda, bu birliği sağlamak oldukça zorlaşmaktadır. Bu bakımdan, eski Türk devletlerinin yıkılış sebeplerinin başında da “iç birlik ve beraberliğin bozulması”nın gelmesi rastlantı değildir.

   Kültürümüzde; hakkı olmadığı halde, devlet imkânlarını kendi çıkarına kullananlara ve yakınlarına peşkeş çekenlere karşı toplumun ortak sesi; “orada tüyü bitmemiş yetimin hakkı var.” derken, sonuç itibariyle, aç insanlarının “âh”ının, “tok”u rahat ettirmeyeceği anlatılmaktadır.

   İktidar nimetlerinden sonuna kadar ve sınırsızca faydalananların, devlet imkânlarını har vurup harman savuranların, boş tencerenin iktidarları devirebileceği tehlikesi karşısında, “beka” gibi kutsal bir kavrama sarılmaları da inandırıcı gelmemektedir.

   Tabiidir ki, boş tencerenin ülkedeki “beka” sorununu tetikleyebileceği gerçeğini gözden uzak bulundurmaması gerekenler, en önce yönetme makamında bulunanlardır.

   Kendileri her türlü lüks, debdebe ve ihtişam içinde yaşarken, dönüp millete kanaatkâr olmaları, şükretmeleri, nankörlük etmemeleri tavsiyesinde bulunanlar, boş tencerenin getireceği sonuçlara katlanmak zorundadırlar.

   Hakkın, hukukun üstün tutulduğu, adil paylaşımın esas olduğu bir düzenin,”beka”mızın da teminatı olacağı, unutulmamalıdır.

   Şerefli tarihimizde; çok büyük yokluklara rağmen, sıkıntılı zamanlarda, Türk insanı elindekini, avucundakini yol arkadaşıyla, komşusuyla paylaşarak zorlukları aşmasını bilmiş ve güvendiği önderlerin arkasından yürüyerek, şanlı mucizeler gerçekleştirmiştir.

   Bu asil tavrı, günümüzün “hedefe varmak için her yolu mubah gören” yozlaşmış siyaset anlayışı ile karıştırmamak gerekir.

   Günü kurtarmaya veya seçim dönemlerini atlatmaya yönelik geçici çözümlerin çare olmadığı, denemelerle ortada iken, aynı yolda ısrarcı olmanın, ülkede birlik-beraberliğin sağlanmasına ve insanların gerçek refaha ulaşmasına hiçbir katkısı olmadığı açıktır.

   İyi niyetli çabalara rağmen, sadece sosyal yardım amaçlı Sivil Toplum Kuruluşlarının veya bazı kamu niteliğindeki kurumların yapacakları sınırlı yardımlarla, insanları yokluktan ve yoksulluktan kurtarmak mümkün olmuyor.

   Türk ismini tarihe kazıyan, büyük Türk hakanı Bilge Kağan’ın, bundan 1300 sene önce “Bengü Taş”lara nakşettiği vasiyetname niteliğindeki Orhun Âbideleri’nde; “Açları doyurdum, çıplakları giydirdim. Yoksul milleti zengin kıldım. Az milleti çoğalttım. Artık kötülük yok.” diye seslenişi, devleti ayakta tutmanın ve yaşatmanın temelinde yatan sırrın ifadesi karşısında, bugünkü yöneticilerimizin alacağı çok büyük dersler olmalı…