Söz konusu Türk tarihi olursa coğrafi sınırların genişliğini düşünmek bile hayret vericidir. Asya’nın en doğusundan başlayarak kuzeyde Sibirya, güneyde Hindistan, batıda Rodop dağları, güneyde Yemen ve Afrika’nın kuzeyi bu arada kalan denizleri hesap ettiğimizde dünya tarihinin en geniş coğrafyası ile karşılaşıyoruz. Bu topraklar üzerindeki hatıralar köprü, cami, han, hamam, türbe, kervansaray, sur ve daha sayılacak onlarca eserin varlığı hala

 

     Eskiyi muhafaza etmek eskiye tapmak anlamı taşımaz. Yenileşme adı verilen gelişmelere karşı gösterilen çabaların daha fazla kıymet taşıdığı ortadadır. Eskiyi muhafaza etme gayreti ile yeniyi benimseme hevesinin daha fazla olduğunu söylemenin bir kusuru yoktur. Kaldı ki yenileşmeyi yaratanların kim olduğuna bakmadan benimsemek daha fazla mahzurlu değil midir? Yenileşme sahipleri kendi istikballerini de düşündükleri de gün gibi ortadadır.

     Biz kendi yenileşmemizi sağlayabilir miyiz? Bu sorunun cevabını bulmak hayli zordur. Ancak, gelecek için hayalleri ve ülküleri olanlar yenileşme yapabilirler denilse yerinde olur. Günümüz insan ve devletler arası ilişkilerin iç içe yaşandığı bir zamandır. Bu zamanın daha doğrusu bu ilişkilerden kendimizi ayrı tutmamız düşünülemez. İlişkiler neredeyse ışık hızına erişti. Etkilenmemek mümkün değildir. Yenileşmenin sahiplerinin gayret ve hedefleri insanlığın saadeti için midir? Düşünmeyen araştırmayan sorgulamayan idrakler yenileşme sahiplerine daha fazla imkân vermektedir.

     Yenilik nerede ne zaman ve ne için yapılacak? Cevabını verebildiğimiz ölçüde coğrafyamıza ve mazimize sahip olabileceğiz. Yenileşme sahiplerinin mazide geniş coğrafyaları olduğunu söyleyemeyiz. Görünürdeki hareketlerin bir amacı olduğu ortadadır. Daha fazla tüketerek haz duymak. Sonunun nereye kadar gideceğine dair bir belirti de yoktur. Sürümdeki yenilik daha piyasaya çıkmadan yenisi çıkıyor. Sonu olmayan belirsiz yenilik hücumları karşısında insanlar milliyet ayrımı gözetmeksizin bütün savunma mekanizmalarını bırakarak teslim olmuş durumdalar. Her yeniliği kabul eden baş tacı eden bir anlayış bütün insan cemiyetlerinde görünmektedir.

     Muhafaza edeceğimiz neyimiz kaldı? Bütün bu yenileşme saldırıları karşısında savunmasız kalan coğrafyanın kaderinin ne olacağı da az çok tahmin edilebilir. Coğrafyanın sahiplenilmesi ya da bir avuç vatan toprağının uğruna mazide yapılan mücadelenin yenileşmeler karşısındaki kıymeti anlamsız hale gelmektedir. Sadece tüketen bir varlık olmak biricik bir gaye olması coğrafyanın, vatanın ve üzerindeki mazi hatırlarının hiçbir değeri olmaz.

     Millet hayatının varlığı coğrafya yani vatanla olan ilgisinin mazinin hatıraları yaşadığı müddetçe kıymet ifade eder. Asırların hatıralarını taşıyan bir nağmeden zevk alamayan duygulanmayan nesillerin yaşadıkları coğrafyaya katkıları olabilir mi?

     Tanıdığınıza sahip çıkma duygusu daha fazladır. Coğrafya içinde aynı şey söylemek mümkündür. Yenileşme uğruna terk ettiğimiz değerlerimizin sayısını kim bilebilir. Yenileşme karşısında tavrımızı belirlemek cesaret ve kabiliyetini gösterebildiğimiz müddetçe insan olabiliriz. Kendimiz olmanın yolu ancak coğrafyamıza sahip çıktığımız müddetçe mümkündür. Coğrafyamıza nasıl sahip çıkacağız sorusun muhatabı elbette bizleriz. Kendisini bu coğrafyaya ait hisseden herkestir. Elbette kurumlarımızın ve devletimizin de bunda büyük sorumluluğu vardır. Coğrafya yani vatan ile eş değer olan toprakların sadece şimdi üzerinde yaşadığımız topraklar olmadığını da bilmemiz gerekir. Kültür coğrafyamız içine dahil olan topraklardaki mirasımızın şimdi üzerinde yaşadığımız coğrafyadan daha geniş ve zengin olduğunu bilmek zorundayız.

     Milletler tarihi içinde millî duygulara sahip en eski milletin Türk milleti olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Türklerin tarihte coğrafyalarının en çorak arazilerine dahil sahip olmak için her çeşit çabanın içinde oldukları bilinmektedir. Millî vicdan coğrafya ile teşekkül eder. Coğrafyasız millî vicdan olduğu görülmemiştir. Bize lazım da olan millî vicdandır. Milli vicdan mazinin birikmiş olanlarının farkına varmaktır. Millî vicdanın teşekkülünde toprak kutsal hale gelerek vatan olmuştur. Coğrafyanın milletin kökü olduğunu Büyük Türk Hakanı Mete Çinlilerin toprak talebine karşılık “Toprak milletin köküdür onu nasıl verebilirim” diyerek ifade etmiştir. Millî vicdan bilgi ile teşekkül eder duygu ile beslenir. Millî vicdana sahip olanların gelecek tahayyülleri milleti ayakta tutar. Millet hayatının zor ve sevinçli anları millî vicdan sayesinde mana kazanır. Bunu sağlayan ise coğrafya yani vatandır.