Üzerine güzel sözler söylenmiş ve yüceltilmiş bir kavram olarak kültürümüzde çok önemli bir yere sahip olan “Edep” kelimesi, dilimize Arapça’dan girmiştir. Arapça’da “incelik, kibarlık, düzgün davranış” anlamlarına gelen kelime, Türkçe’mizde “Toplum töresine uygun davranma, incelik, terbiye, usluluk, nezaket, hayâ” anlamlarına gelmektedir.

   “Edep” kavramını konuşurken, onu da içine alan, daha geniş anlamıyla ahlâk konusunda, güzel ahlâkın zirvesi olan Peygamber Efendimiz’in,”Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” hadis-i şerifini, bireysel ve toplumsal hayatın merkezine koymak esas olmalıdır.

   Konumuzu “Edep” olarak belirleyişimiz, hayatın her alanını kapsayan ahlâk kurallarının, bugün en çok eksikliğini hissettiğimiz “öz”üne işaret etmek istediğimizdendir.

   “Bostan ve Gülistan” şairi İranlı Sadi-i Şirazî, “Edep, konuştuğun zaman dilini korumak, yalnız kaldığın zaman kalbini korumaktır.” derken, “Edeb”in hem sosyal-toplumsal düzeydeki güzelliğine, hem de insanın iç dünyasının imarına, kötülükler karşısındaki duruşuna dikkat çekmektedir.

   Kültürümüzde de; Hacı Bektaş-ı Veli’ye atfedilen “Eline, beline, diline sahip ol.” tasavvuf düsturu, sadece “edeb”in değil, bütün bir ahlâkın da temel kurallarını bildirmiyor mu!..

   Biz edebiyatçıların, “edebiyat”ı tanımlarken sıkça kullandığımız merhum Akif’in, “Edepsizliğin başladığı yerde edebiyat biter.” sözü, sadece edebiyata sınır çizmiyor. Biz bunu, “Edepsizliğin olduğu yerde; insan ilişkileri, toplumsal barış, ticaret, siyaset ve devleti yönetimi de biter.” şeklinde ifade edebiliriz.

   Dilimizde “Edep” ile ilgili kullanılan söz ve deyimler, bizim “Edeb”e ne kadar önem verdiğimizi, zıddı olan “Edepsizliği” de aşağıladığımızı gösterse de bugün her alanda “edepli insan”a olan ihtiyacımız açıktır.

   “Edebini takınmak, edep etmek, edebini bilmek, edepli olmak, edep-erkân tanımak” gibi sözlerle edebin olumlu anlamları makbul karşılanırken, “edepsizlik etmek, edep yahu, edebe mügayir (aykırı), edep-âdâp tanımamak, edep perdesinin yırtılması” gibi sözlerle de “edep” eksikliği kınanmıştır.

   Edepli insanın hak-hukuk karşısında bir duruşu vardır. Onun “hak” anlayışında; başkasının hakkına saygı vardır, kendi hakkına rıza göstermek vardır. Başkasına haksızlık onun kitabında yoktur.

   Bu güzel meziyetler yanında, çok tabiidir ki, onun kitabında “haksızlık karşısında susmak, haksızlıklara boyun eğmek, haksızlığı görmezlikten gelmekde asla yer bulamaz.

   Zaman zaman, günümüz toplumunda, insanların haddini bilmez, ölçüsüz, aşırı bencillik yüklü davranışlarının “özgüven” veya “medenî cesaret” olarak yorumlanması da yozlaşmanın boyutlarını göstermesi bakımından incelenmeye değer.

Y. Emre’nin;

                          “Edebim el vermez,

                           Edepsizlik edene.

                           Susmak en güzel cevap,

                            Edebi elden gidene.”

 Mısralarındaki “susmak” edepsize cesaret veriyorsa, “had bildirmek” de zorunlu hale gelmiş demektir.

   Bilgi çağının ötesine geçildiği, “yapay zekâ çağı”na geçiş çalışmalarının sürdürüldüğü günümüzde “ilim-edep” ilişkisini konuşmak birçok insana gereksiz gelebilir. Ancak “Edeb”in göz ardı edildiği, edep kurallarının yok sayıldığı hiçbir bilginin-ilmin ne insana ne de insanlığa huzur, kurtuluş ve itibar getirmediği yine ilmin tespit ettiği bir hakikattir.

   Mevki-makam, şahsî ve siyasî ikbal uğruna; yaranmakta, dalkavuklukta, el-etek öpmekte hiçbir beis görmeyen “ilim erbabı ve siyasetçi” unvanı taşıyan insanları, milletin hâlâ diri olduğuna inandığım vicdanına havale ederek, sözlerimizi yine, “ümmi” diye bildiğimiz, ama “edeb”in ve “irfan”ın mürebbisi (terbiyecisi) olan Yunus Emre’nin mısralarıyla noktalayalım;

                                  “Girdim ilim meclisine,

                                        Eyledim, kıldım talep,

                                        Dediler ilim geride,

                                        İlla edep, illa edep…”