‘’Sen bozuksun dünya ondan bozuldu

Niçin bu dünyaya sitem edersin.’’ (Edip Ahmet YÜKNEKİ. 12 asrın başı)

‘’Durum muhakemesine

Düşmandan başlanmaz.’’ (Dündar TAŞER)

               2022 Sonu rakamlarıyla Türkiye, kişi başına yurt içi hasıla sıralamasında OECD (Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Teşkilatı) ülkesi arasında son sırada. Bu sonunculuk, nefes nefese bir yarışın sonunculuğu değil. Üzerimize birkaç tur binmiş. Biz 10 618 dolardayız. OECD ortalaması 38 000 dolar civarında. Tepelere hiç bakmayın. Moraliniz bozulur. Orası 100 000 dolar civarında; on katımız!!! Listeyi mutlak dolar birimine göre değil de satın alma gücü paritesine göre yaparsak, durum biraz düzeliyor ve Şili, Meksika gibi ülkeleri geçerek sonunculuktan kurtulabiliyoruz.

               Hikâyeye diğer Müslüman ülkeleri de dahil etmek için bir istatistik daha: 300 milyon nüfuslu Arap birliği üyelerinin petrol hariç toplam ihracatı, bir Hong Kong şehrinin veya 5 milyon nüfuslu Finlandiya’nın ihracatından daha azdır.

               Asırlardır süre gelen bu acı, bu utanılacak hal, Batı’da ‘’Biz üstünüz, çünkü bizim kültürümüz üstün. Biz üstünüz, çünkü bizim değerlerimiz üstün. Biz üstünüz, çünkü biz Hristiyan’ız.’’ iddialarını doğurmuştur. Haçlı seferleri kadar eski olan bu ön yargılar, Batı’nın ekonomik galebesinin apaçık hale geldiği son üç asırda, ırkçılığın ve emperyalizmin temellerini teşkil etti. Nasıl etmesin ki? 20. Asra girerken Batı, yer kürenin yüzde 90’ına hakimdi.

               En vahimi ise, aşağılıkları tescil edilmeye çalışılan milletlerin bir kısım okumuş yazmışları da, şu veya bu ölçüde Batı’nın din ve hatta ırk üstünlüğü iddialarına inandılar.

               Türkler ve Müslümanlar, 16.asırdan itibaren niçin geri kaldılar? Bu soruya geçerli ve üzerinde eyleme geçilecek bir cevap bulunmadan istediğiniz kadar öfkelenin, bir faydası yoktur.

               Roma mağluplar için ‘’vae victis’’, Osmanlı ‘’veyl mağluplara’’ demiş. Mağluplar zavallıdır. Bunun tersi de doğruluk payı taşır: ‘’Hiçbir şey başarı kadar başarılı değildir’’.

               Yenilenler genellikle mazeret sahibidir. Hakem karşı tarafı tutmuştur. Saha kaygandır. Bir satranç ustası şunu söylemiştir, ‘’Ben satrançta bugüne kadar sağlığı tamam bir mağlup görmedim’’.

               ‘’Batılılar bizi kandırmaktadır’’. Bu iddiaya inanmak, aslında bizim Batılılar’dan aptal olduğumuza inanmakla eşdeğerdir. ‘’Bizi sömürüyorlar’’. Niçin kendinizi sömürtüyorsunuz? Yoksa gerçekten aklı ermeyen geri ırklar mısınız?

               Biz ahlâklıyız, onlar ahlâksız da ondan… Bir kere bu söylemde de biraz ‘’saflık’’ gizlidir ve dolayısıyla aptallığı kabulleniş vardır. Demek ki ahlâklıların bu dünyada pek bir şansı yok. Asıl acı olan ise, ‘’ahlâk’ı sadece cinsi anlamda almazsanız, bugünkü Batı ve Müslüman toplumlarının ahlâk mukayesesinde Müslümanların epey geride olduğunu görebilirsiniz. Dolandırıcılıkta, rüşvette, yalanda, gıybette, arkadan vurmada, ahde vefasızlıkta Batılılar’dan geride değil, ilerdeyiz. Hem de fersah fersah. Herhangi bir Müslüman iş adamına sorun, ‘’Hristiyan’la mı, Müslüman’la mı iş yapmayı tercih edersin?’’ diye. Cevap çok büyük çoğunlukla birincisini işaret edecektir. Doğrusu şudur ki, geri kalınınca o fakirlik içinde toplum da çözülmüştür ve ‘’aşağılık toplum’’ iddiası kendi kendini gerçekleştiren kehanet haline gelmiştir.

               Mağlubiyetimize sebep ararken Batı’yı işaret etmenin kendi kendimizi rahatlatmaktan ve hareketsizliğe gerekçe hazırlamaktan başka bir faydası yoktur. Diyelim ki doğrudur. Bütün kabahat Batı’dadır. O halde bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Kabahat bizde değil Batı’da olduğuna göre oturalım ve onların bir gün kabahatsiz hale gelmesini bekleyelim.

               Eğer kabahati kendimizde bulursak sevinelim. Çünkü insanın kendini düzeltmesi, hiç şüphesiz, başkalarını düzeltmesinden daha kolaydır.

               ‘’Niçin geri kaldınız?’’ sorusuna cevap veremediğimiz sürece onlar, siz Türk olduğunuz için, siz Müslüman olduğunuz için gerisiniz demeye devam edecek ve siz bile buna inanır hale geleceksiniz ve sonunda kurtuluşu, ‘’tıpkı onlar gibi olmak’’da arayacaksınız. Ne yazık ki, hiçbir fert tıpkı bir başkası gibi olamayacağı gibi, hiçbir millet de tıpkı başka bir millet gibi olamaz. Olsa olsa şahsiyetsiz bir taklitçi olur. Bir şeyin aslı dururken kopyasına kimse rağbet etmez.

               Peki, cevap ne?

               Sırasıyla İngiliz ve Finli profosörler Lynn ve Venhanen , cevap basit diyorlar, batılılar daha akıllı da ondan. Bu genetik, ırkla ilgili bir sonuç ve çaresi yok. Yani Türkiye listenin sonuna mahkumdur. Allah bizi böyle yaratmış. Eh işte, ‘’bizi kandırıyorlar’’, ‘’bizi sömürüyorlar’’, biz ahlâklıyız da ondan’’ tezleriyle bunun ciddi bir çelişkisi de yok gibi gözüküyor. Eğer siz geri zekalıysanız sizi kandırırlar da sömürürler de. Siz de, ‘’biz ahlâklıyız’’ der ve kendinizi bununla avutursunuz.

               ‘’Batı nasıl zenginleşti?’’ adlı kitapta Rosenberg ve Birdzell’in tezleri eğitim ve zihniyetle alakalı. İnşaAllah gelecek yazımda eğitim ve zihniyet konularında hasbihal ederiz. Bugün bahsedeceğim konu; TÜBİTAK’ın Türkçeye kazandırdığı ismiyle, ‘’Tüfek, Mikrop ve Çelik’’ yazarı Jared Diamond’un geri kalmışlık ile ilgili tezleridir ki, bu görüşlere büyük bir samimiyetle katıldığımı söylemeliyim.

               Diamond; Batı’nın zenginleşmesi ile ilgili tezlerini genetik ve ırk’a bağlamamaktadır. Sebebin coğrafya ve biyoloji ile ilgili olduğunu savunmaktadır. Mısır’da başlayacak tarım Afrika’da güneye doğru yayılamazdı, çünkü iklim değişirdi. Meksika’da başlayacak tarım, Kanada’ya doğru yola çıkamazdı. Fakat Avrasya’nın ortalarından başlayan tarım bir uçta Çin’e, diğer uçta Fransa’ya kolayca yayılırdı. Avrasya ehlileştirilebilecek hayvan açısından çok zengindi. İki Amerika kıtasında ne at vardı, ne koyun. Farklı imkanlar Avrasya’da tarımı önce başlattı. Tarım yerleşik hayata yol açtı. Yerleşik hayat mikroplara ve salgınlara. Salgınlar çok cana mal oldu ama hayatta kalanlara da salgın görmemiş topluluklara göre büyük bir avantaj sağladı. Salgınlardan sonra hayatta kalanların çocukları birçok mikroba karşı bağışıklık kazanmıştı. Bu bağışıklar Amerika’ya çıktılar ve onlar daha yerlilerin yüzünü görmeden getirdikleri mikroplar soykırıma başladı. İşin geri kalanını da İspanyol ve İngiliz çelik ve tüfeği tamamladı. Katledilemeyenler de köleleştirildi.

               Ünlü sosyologlar, tarihçiler ve ekonomistlerin, üzerinde fikir birliğine vardıkları bir zenginleşme ve geri kalmışlık endeksi var. Bu endeks üç parametreden oluşuyor. Birincisi; kişi başına tüketilen enerji. İkincisi; şehirleşme (en büyük şehrin nüfusu). Üçüncüsü ise; savaş kapasitesi.

               Doğu da Batı da, bu parametrelerde yükseliyor ve o günkü imkanların sınırladığı tavanlara çarpıp geri düşüyorlar. Bu tavanlar, nüfusun çoğalmasının kıtlık ve salgına yol açması, zenginliğin dışarıdan istila davet etmesi gibi tarihte tekrar edip duran mekanizmalar. Tavana çarptığınızı mahşerin dört atlısı gelip size haber veriyor. Kıtlık, savaş, tabii felaket, salgın. Fakat bir beşinci mutlaka var: Devletin çöküşü. Sonuncu olmadan çöküş olmuyor. Devlet çökünce de medeniyet kalmıyor. Yani devletin çöküşü, medeniyetin çöküşü için hem gerek, hem de yeter şart.

               Attila’dan Osmanlı’ya, bin küsur yıl boyunca, biz Doğu’dan Batı’ya doğru her gelişimizde, daha yüksek bir medeniyet bölgesinden daha düşük bir medeniyet bölgesine doğru akmaktaydık. Anlaşılıyor ki, enerji tüketimi, şehir nüfusu ve savaş kapasitesi ölçüsünün endüstri öncesi ekonomilerde belirli bir tavanı var. Roma’nın çarpıp düştüğü, Çin’in çarpıp düştüğü hep bu tavana gelip dayanmak. Fakat 17.asırda Batı’nın insanlık tarihinde daha önce rastlanmamış hamleleri bu tavanı deliyor. Amerika’yı ve o güne kadar bilinmeyen deniz yollarını keşfetmesi, denizler vasıtasıyla uzaktan askeri hakimiyet kurabilmesi, fosil yakıtları kullanmaya başlaması ve endüstrisi ile klasik ekonominin tabii sınırını tarihte ilk defa aşıyor. Bizim Batı’nın batısından ayrışmamız da bu yeni ekonomiyle birlikte ortaya çıkıyor. Maalesef artık biz de hükmedilen Doğu’ya dahil oluyoruz.

               İngiliz tarihçi ve arkeolog İan Morris, ‘’Amerika’yı Çin keşfedemezdi, çünkü mesafe iki kattı ve rüzgarlar Atlantik’teki kadar elverişli değildi’’ diyor. Ama sonuçta Morris, 21.asır sona ermeden Doğu’nun Çin liderliğinde tekrar öne geçeceğini tahmin ediyor.

               Bizim de bir iddiamızın olacağı günleri ümit ediyorum. Bu ümitlerimi de konu ile ilgili olarak gelecek yazılarımda paylaşmayı umuyorum.