Her mesleğin, o meslek sahibini tatmin eden güzellikleri vardır. Ancak bir öğretmen kadar, mesleği bıraktıktan sonraki dönemde, emek verdiği, yetiştirdiği öğrencileriyle karşılaştığında duyduğu mutluluğu, hazzı bu seviyede yaşayan başka bir meslek mensubu gösterilemez.

   Kültürümüzde; “Öğretmenliğin Tanrı mesleği olduğu, peygamber mesleği olduğu” anlayışının bundaki payı, tabii ki çok büyüktür.

   Bir eğitimcinin en mutlu olduğu anlardan biri, öğrencilerinin geçmişteki güzellikleri anarak gösterdikleri sevgi ve saygıyı, onların gözlerinde görmesi, davranışlarında gözlemlemesidir. Ben bu zevkin, hemen hemen her gün sıkça tadına varan şanslı insanlardan biriyim.

   En son geçen hafta, Karakoçan ilçemizde çok sevdiğim bir dostumun cenaze töreninde, birçok tanıdık, eş-dostun hal hatır sormalarından sonra, yine beni duygulandıran bir ânı yaşadım. Kalabalığın içerisinden orta yaşta birinin, 1970-1971 öğretim yılında Bingöl Lisesi’nden, öğrencim olduğunu söyleyerek, gelip elime eğilmesi ile âdeta kendimden geçtim. Bingöl Lisesi, benim ilk görev yerimdi, meslek hayatımda apayrı bir yeri vardı ve aradan elli yılı aşkın zaman geçmişti. Tarifi imkânsız duygular içerisindeydim.

   Yine bir başkası, 1985-1986 öğretim yılında Mehmet Akif Ersoy Lisesi’nden öğrencim olduğunu söyleyerek, M. Akif Lisesi’nin o dönemdeki disiplinli ve başarılı eğitiminden özlemle ve gururla bahsetti, ilâveten “Hocam, yalnız siz o zaman çok serttiniz. Fizikî anlamda bir şey yoktu, ama bize çok sert görünürdünüz.” dedikten sonra, yine kendisi buna bir açıklık getirdi: “ İşte o disiplin, bana göre Mehmet Akif’i bir numara yapan güçtü.”

   Geçmiş yılları, o zamanki heyecanımızı, hedefe odaklanışımızı anarken, bugün o anları aynen yaşıyor gibiyim.

   Öğrencinizin, işgal ettiği konumundan, mevkiinden, ekonomik ve sosyal hayatından çok, okul yılları ile ilgili değerlendirmeleri dikkatinizi çeker.

   Siyasette (milletvekili), bürokraside ( müsteşar, genel müdür, vali, kaymakam), Türk Ordusunda (general), akademik alanda (profesör), yargıda (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Üyesi), iş hayatında (işveren) üst görevlerde olan öğrencilerimin varlığı ile gurur duyduğum kadar; ekmek aldığım fırında ateşin karşısında pişirici, Kapalı Çarşı’da küçük esnaf, sanayi sitesinde oto tamircisi, marangoz, günlük hayatta sanatkâr, zanaatkâr olarak gördüğüm öğrencilerimin, içten sevgi ve saygıları karşısındaki memnuniyetimi anlatamam.

   Bu meslekleri rastgele sıralamadım. Öğrencilerimin bu mesleklerde, farklı mevki ve makamlarda aktif olarak iş başında olduklarını birebir düşünerek yazdım. Çoğunu ismen biliyorum ve iletişimim devam etmektedir.

   Zaman zaman, halen görevde olan eğitimci arkadaşlarımla sohbetimizde, onların bugünkü öğrenci öğretmen ilişkisinden yakınmaları, sevgi-saygının kalmadığını ifade etmeleri karşısında, Türk eğitiminin geleceği adına üzüntü duyduğumu belirtmek istiyorum.

  Bunda,  giderek toplumda yaygınlaşan çıkarcı ve ben odaklı anlayışın yanında, öğrenciyi hayata hazırlama hedefinden uzak, sınav-başarı merkezli eğitim sisteminin payının büyük olduğunu düşünüyorum.

   Ömür vefa ederse, Cevat Fehmi  Başkut’un “Paydos” piyesinde, o çok sevdiğim son sahnesindeki öğretmenin, hayata gözlerini yumarken, sayıklamaları arasında duyduğu “paydooos” zilinin sesine benzer bir ses duyana kadar, ben de Cenab-ı Allah’ın izniyle öğrencilerimin gösterdikleri sevgi, saygı ve fedakârlık duygularının yoğun ferahlığı içerisinde hayatımı sürdürmeye devam edeceğim…