Türkiye’ye yönelik tehdit ve ayar verme çabaları karşısında, Türk yetkililerinde bir zafiyet belirtisi gördüğümde, hep Ömer Seyfettin’in “Pembe İncili Kaftan” hikâyesini ve onu başkahramanı “Muhsin Çelebi”yi hatırlarım.

   Ülkemizin yaşadığı ekonomik ağırlıklı sorunlar ve sıkıntılar sebebiyle, bazı ülkelere karşı, devlet yetkililerinin zaman zaman gösterdiği tavizkâr üslûp ve duruşlarbende; şan, şöhret ve kişiselçıkargailesinden uzak ve fedakâr duruşuyla“Muhsin Çelebi”yi aratır oldu.

   Hepimizin, en az birkaç hikâyesiyle hatırladığımız Ömer Seyfettin (1884-1920), 36 yıllık kısa ömrüne 10 kitap, 125 hikâye sığdıran ve kalemini Türkçülük akımının kökleşmesine ve Türkçe’ninsadeleşmesine adayan çok önemli bir yazarımızdır.Hikâyelerinin konusu, günümüz Türkiye’sininbunalımlarına çıkış yolu gösterecek ana fikirler üzerine kurulmuştur.

   Hikâyeyi kısaca hatırlayarak, buradan çıkarılacak derslere bakalım:

Dönemin padişahı (2. Beyazıt) tarafından Şah İsmail’e bir elçi gönderilmek istenir. Ama Tebriz sarayında elçiye iyi davranılmayacağı bilinir. Bu yüzden o güne kadar devletle hiç işi olmayan, güngörmüş, parası pulu olan, doğrucu Muhsin Çelebi bu iş için seçilir. Muhsin Çelebi de Tebriz’e giderken, binlerce altın borçlanıp üstüne “Pembe İncili Kaftan” yaptırır.

   Ömer Seyfettin’in anlatımıyla;

   “Muhsin Çelebi, geniş somaki kemerli açık kapıdan serbest adımlarla girdi. Yürüdü. Başı her vakitki gibi yukarıda, göğsü her vakitki gibi ileride idi. Koynundan çıkardığı name-i hümayunu öptü. Başına koydu. Şaha uzattı. Ayağı öpülmeyen Şah, gazabından sapsarı kesildi.(…) Muhsin Çelebi tahtın önünden çekilince, şöyle bir etrafına baktı. Oturacak bir şey yoktu. Gülümsedi. İçinden ‘Beni mecburen ayakta, hürmet vaziyetinde tutmak istiyorlar galiba…’ dedi. Hemen sırtından Pembe İncili Kaftan’ı çıkardı. Tahtın önüne serdi. Sonra bu kıymettar kaftanın üzerine bağdaş kurdu.

   İnce, dev ejderha resimleri nakşolunmuş sivri kubbeyi, yaldızlı kemerleri çınlatan gür sedasıyla;

   ‘Nâmesini verdiğim padişahım, Oğuz Karahan neslindendir’ diye haykırdı.‘Dünya yaratıldığından beri onun ecdadından kimse kul olmamıştır!’ diye devam etti.

   Muhsin Çelebi sözünü bitirince, müsaade filan istemedi, kalktı. Kapıya doğru yürüdü. Muhsin Çelebi dışarı çıkarken ‘şunun kaftanını verin’ dendi.

   Kaftanını vermek için arkadan yetişen görevliye Muhsin Çelebi durdu, güldü. Şahın işiteceği yüksek bir sesle;

   ‘Hayır, ben onu unutmuyorum, size bırakıyorum. Sarayınızda büyük bir padişahın elçisini oturtacak seccadeniz, şilteniz yok… Hem bir Türk, yere serdiği bir şeyi bir daha arkasına koymaz.”

   Hikâyenin devamında, Muhsin Çelebi’nin vazifesini eksiksiz yerine getirmiş bir kahramanın gönül rahatlığıyla, her türlü gösterişten uzak, hiçbir dünyevi beklenti içerisinde olmaksızın hayatına devam ettiğini görürüz.

   Hikâyemizde, kahramanımızın Türk devletini temsil sorumluluğuyla görevli gittiği Tebriz sarayındaki duruşu, Şah karşısında,” Oğuz Kağan neslinden olduğunu, ecdadının dünya yaratıldığından beri kimseyekul olmadığını”yüksek bir millî gurur ile ifade edişi ne muhteşemdir!..

   Ömer Seyfettin’in hikâyesinde, “Pembe İncili Kaftan” varlığı, zenginliği, gösterişi simgelemektedir.Muhsin Çelebi’nin Pembe İncili Kaftan’ı yere sermesi, kalktığında almadan çıkması, ülkenin itibarısöz konusu olduğunda, her türlü varlığın ve zenginliğin tereddütsüz terkedilebileceğinigöstermektedir.

   “Hem bir Türk, yere serdiği bir şeyi, bir daha arkasına koymaz.” Sözü de bize, “Türk’ün yok saydığı,gözden çıkardığı, aşağıladığı bir varlığa, şartlar ne olursa olsun, bir daha itibar etmeyeceği” fikrini vermektedir.

    Oysa bugün, gerek günlük hayatımızda, kişisel ilişkilerimizde, gerekse devlet hayatımızda, “yerlereserdiğimiz” birçok şeyi, aradan çok zaman geçmeden, değil “arkamıza almamak”, başımız üzerinde taşıdığımızı acı örnekleriyle görüyor ve yaşıyoruz.

   Aramızdan ayrılışının üzerinden 102 yıl geçmiş olmasına rağmen, Ömer Seyfettin’in her hikâyesininhem duygu yüklü, hem de özellikle gençliğimize önemli mesajlar veren canlılığı ve güncelliği edebiyatımızdaki vazgeçilmez yerini korumaktadır. Yeter ki, gerektiğinde “Pembe İncili Kaftan”ın hakkını vermesini bilelim.