İnsanlık tarihi, dilin fikir ve düşünce hayatındaki yapıcı, birleştirici özelliğini günümüze taşıyan altın değerinde menkıbelerle doludur. Bizim kültürümüz de, güzel sözün, tatlı dilin, yaratıcı, yeşertici, diriltici gücünü bildiren müstesna örneklerle yolumuza ışık tutmaktadır.

   Binlerce yıllık millî yaşanmışlıklarımızın imbiğinden süzülüp gelen “İnsanların konuşa konuşa, hayvanların koklaşa koklaşa anlaştıkları” atasözü bize, dilin kavga ve çatışmanın aracı olarak değil, anlaşmanın ve birlikte yaşamanın bir vasıtası olarak görülmesi gerektiğini öğütlemektedir.

   Vefatının 700. yıl dönümü nedeniyle, 2021 yılında “Yunus Emre-Türkçe yılı” teması ile andığımız Koca Yunus,

                      Söz ola kese savaşı

                      Söz ola kestire başı

                      Söz ola ağulu aşı

                      Bal ile yağ ide bir söz, derken bizi savaşı kestirecek (bitirecek), ağulu aşı (zehirli yemeği) yağ ile bal edecek söz söylemeye; baş kestirecek, kavgaya götürecek, dostu düşman kılacak sözden sakınmaya çağırıyor.        

   Dil, aynı zamanda bir milletin millî düşünce biçimini, o milletin zekâ keskinliğini, ruh derinliğini, duygu inceliğini ve irfanını ortaya koyar. Bu bakımdan, milleti oluşturan fertleri birbirine bağlayan temel unsurların başında yer alan dili, ayrıştırıcı değil birleştirici, itici değil yakınlaştırıcı, aşağılayıcı değil yüceltici, nifak sokucu değil kucaklayıcı olarak kullanmak hepimizin sorumluluğu ve görevi olmalıdır.

   En başta ülkeyi yönetme sorumluluğunu yüklenmiş olan iktidar sahipleri olmak üzere, yönetime talip olan tüm siyaset erbabının, mensubu olmakla gurur duyduğumuz Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey’e, şeyhi Edebali’nin meşhur vasiyetindeki sözünün muhatabı olduklarını unutmamaları gerekir:

                      “Ey Oğul!

                        Beysin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana… Güceniklik bize, gönül almak sana…

Suçlamak bize, katlanmak sana… Âcizlik bize, yanılgı bize, hoşgörmek sana…

                        Oğul!

                        Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelâmlısın. Ama bunları nerede ve ne zaman kullanacağını bilmezsen sabah rüzgârlarında savrulur gidersin.”

   İktidar sahiplerinin sorumluluğunun “Vasiyetname”deki “Bey” hitabının şereflileri olarak, daha fazla olduğu açıktır. Kendilerine karşı kullanılan sert üslûp karşısında bile, sükûnetlerini koruyarak cevap vermeleri, Türk siyasetinin ve toplumsal hayatının geleceği bakımından daha asil ve isabetli bir davranış olacaktır.

   Yaşadığımız bulaşıcı hastalık ve ekonomik kriz ortamında, iktidarı-muhalefetiyle hiç kimsenin, patlamaya hazır hale gelen toplumu daha fazla germeye hakkı yoktur. Karşılıklı hakarete varan suçlayıcı dilin, izlenen kutuplaştırıcı politikaların, bekamızın temeli olan “millî birlik ve kardeşliğimizin” altına konan bir dinamite dönüştüğü unutulmamalıdır.

   Aslolan, “iktidarda, ya da muhalefette olmak mı, yoksa ülke insanının barış ve huzur içerisinde birlikte yaşamalarına hizmet etmek mi olmalıdır.” gibi bir ikilemde, tabii ki, vatandaşın huzur ve güveni temel tercih olmalıdır.

   Siyasetçilerimiz, Makyavelizm’in "Hedefe varmak için her yol mübahtır.” gibi ahlâkî olmayan yolunu mu, yoksa ilk Türkçe siyasetname olan “Kutad-gu Bilig”de devleti yöneten beylere tavsiye edilen,

   “Esenlik dilersen eğer kendine, kötü söz söyleme, yön ver diline...” faziletli yolunu mu tercih edeceklerine karar vermelidir.

   Geçmişte TBMM çatısı altında yaşanmış olaylar ve küfre varan sataşma dili, bugün toplumda derin yaralar açan kırıcı üslûbu meşrulaştırmaz. “Benim liderim iyi, senin liderin kötü.” gibi fanatik yaklaşımın da, var olan kamplaşmayı kızıştırmaktan başka bir işe yaramayacağını bilmek zorundayız.

   Kültür ve edebiyat dünyamızda dili kullanmanın bir âdabı, edebi olduğu “Üslûb-u beyân ayniyle insandır.” özdeyişinde açıkça ifade edilmektedir.

   Bu sözden hareketle diyebiliriz ki, kişilerin üslûbu, onların gerçek görüş ve düşüncelerinin, yani insanlıklarının bir yansımasıdır.

   Siyaset yapmakta amaç, ülke insanının gönlünü-desteğini yanına alarak, bu zor coğrafyada güzel vatana hizmet ise, siyaset yapanların, kullanacakları dile ve üslûba dikkat etme yükümlülükleri o derece ağırdır.