Anadolu-Türk yurduna vurulmak istenen işgal ve esaret prangasının paramparça edildiği “Kutlu Zafer”in 100. yılını yaşamanın haklı gururu içerisindeyiz.

   Halkına güven veren bir önderin, bir komutanın, arkasından tereddütsüzce yürüyen milletiyle bütünleştiği zaman, dünyaya parmak ısırtan mucizevî bir zafere ulaştığı “Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin, Büyük Taarruzun” 100. Yılı’ndayız. Bu en büyük bayram kutlu olsun!

   Vatanın kurtarılışının, devletin yeniden kuruluşunun cihana haykırıldığı günün 100. Yılı’nın lâyık olduğu büyüklükte ve azamette kutlanmadığını, sahiplenilmediğini görmek üzüntü verici.

   Sadece Kocatepe’de, Dumlupınar’da, İzmir’de gerçekleştirilen; özünden, ruhundan uzak süslü kutlamalar değil kastım elbette…

   Gelecek yüz yıllara ve emperyalist emellerin hedefinde olan mazlum milletlere unutulmayacak mesajlar verecek; dünya tarih, siyaset ve bilim dünyasının da katılımını sağlayacak, günler sürecek devlet törenlerini kastediyorum.

   100. yılı, en görkemli törenlerle kutlamak, hakkımız olduğu kadar,  bu zaferi Türk tarihinin altın sayfalarına emanet bırakanlara karşı vefakârlığımızı, bağlılığımızı bildirmek de kadirbilirliğimizin bir gereği olmalı…

   Bazılarının son nefesine kadar “hocam” diyerek, saygıda kusur etmediği “Keşke Yunan galip gelseydi” hezeyanının sahibi, vatan ve cumhuriyet düşmanı zihniyetler, hâlâ bu ülkede itibar görüyor olsa da, biz yetişecek çocuklarımızın ve gençlerimizin gönüllerine;

                   “Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,

                     Anadolu başlar vatan olmaya…

                     Kızılelma’ya hey… Kızılelma’ya!

                     En güzel marşını vurmada mehter,

                     Ya Allah… Bismillah… Allahuekber!” duygularını nakşetmenin daha anlamlı olduğunu söylemeye devam edeceğiz.

   Bu topraklardan yetiştiği için kalplerimizde ayrı bir yeri olan destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu, bu vesileyle rahmet ve minnetle anıyorum.

   Büyük komutan, Başbuğ M. Kemal Atatürk’ün bütün söz ve hitabetleri bu milletin yüreğinde aksiseda bulmuştur. Ancak, beni hayatım boyunca, hain fikir ve teşebbüsler karşısında her zaman diri tutan, 26 Ağustos 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi öncesi, meclisin güvenlik gerekçesiyle Ankara’dan Kayseri’ye taşınmasının konuşulduğu günlerde yaptığı, savaşın kaderini belirleyen muhteşem konuşmasıdır;

     “Hatt-ı müdafaa yoktur. Sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunmaz.”

   Gençliğimize, kan dökmeye gerek kalmadan bu toprakları “vatan” olarak tutacak ruhu vermekte ne kadar başarılı olduğumuzu, 100. Yıl’da bir kez daha değerlendirmeliyiz.

   Yeniden “vatan kurtarma” mücadelesine ihtiyaç duymayacak şekilde ayakta durmanın ve Türk Milleti’ni geleceğin şanlı ufuklarına taşımanın sorumluluğunu yüklenecek nesillere bugün daha çok ihtiyaç var.

   Sultan Alpaslan’ın, Anadolu’nun kapılarını Türk’e açan 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nden, 1473 Otlukbeli, 1514 Çaldıran, 1516 Mercidabık, 1526 Mohaç Zaferi, 1921 Sakarya Meydan Muharebesi ve en son 26-30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne kadar, zaferlerin süslediği “Ağustos”umuzu, “ zaferler ayı”nı 100. Yıl’da daha şuurla, daha büyük heyecanla sahiplenmemiz gereğini bir kez daha vurgulayalım.