Başta yüce dinimiz İslam olmak üzere, bütün ilahî dinler, “cehalete karşı savaş” daveti ile insanlara seslenmişlerdir.

   Her ne kadar ortaçağ Hristiyanlığı’nın karakteristik bir vasfı “iman-akıl çatışması” olarak görünse de, akıl ile vahiy arasına mesafe koymuş olan ve 16. Yüzyılda ilmî çalışmaları engizisyon mahkemeleri kararıyla reddettirme gibi yollara başvuran kilise, sonunda 17.18. yüzyıllardaki “Aydınlanma Çağı” ile birlikte akıl ve bilim alanındaki gelişmelerin önünde engel olmaktan çekilmek zorunda kalmıştır.

   İslam’da ise, gerek Mukaddes kitabımız Kur’anı Kerim’de, gerekse Yüce Peygamberimizin hadislerinde “cehle ve cehalete karşı savaş”ı emrettiği ve Peygamberimizin Müslümanları din ve dünya işlerinde cehaletten kurtarmak için büyük çaba sarf etmiş olduğu bilinen bir gerçektir.

   Biz burada cehle karşı savaşmaktan; geniş manasıyla, bilimde ve teknolojide çağın ilerisindeki bir seviyeyi yakalamayı kastederken, güncel olan ve en basit anlamıyla günlük hayatta aile hayatından sağlığa, eğitime, insan ilişkilerine, ticaret hayatına kadar aklın ve bilimin aydınlatıcı vasfının hâkim kılınması gerektiğini anlatmak istiyoruz.

   Her ne adına, kim tarafından ortaya konursa konsun, akıl ve ilimle- bilimle bağdaşmayan yol-yöntem-söz ve davranışlara karşı durabilmenin yolu, cehalete karşı yeterli donanıma sahip olmaktan geçer.

   Tabiidir ki, bu donanımın alınacağı zemin; insanın canına, malına, namusuna, inancına, yönelik her türlü tehdit ve tehlike karşısında sığınılacak tek güvencenin sağlandığı, çağdaş demokratik anlayışın ulaştığı “hukuk düzeni”dir.

   Çağdaş hukuk düzeninde güven içerisinde yaşamak, haklarının bilincinde olan ve bu hakların sağladığı imkânları kullanmasını bilen vatandaşların varlığı ile gerçekleşebilir.

   Böyle bir düzende, ne din bezirgânının halkı kandırma, ne de ilim adına din karşıtlığı yapan sahte ilim adamının insanları sapkınlıklara sevk etme imkânı bulma şansı yoktur.

   İlk emri “Oku” olarak indirilen bir kitabın muhatapları ve mensupları olarak, cehalete prim vermemiz mazur görülebilir mi!

   Ali Fuat Başgil de zaten, din-ilim meselesinde, “bunları çelişik kavramlar olmaktan ziyade, birbirlerini tamamlayan iki alan olarak gördüğünü” söyler.

   Buradan, bugünlerde topumun haklı infialine sebep olan bazı çirkin olayların cereyan ettiği yurtlar, kurslar vesilesiyle tarikatlara gelirsek; biz hakiki manada tarikatları, tarihimizin ve kültürümüzün canlı bir parçası olarak çağlardan beridir varlığını sürdüren kurumlar olarak görürüz.

   Türk tarihinin en parlak devirlerinde, hakanların ve sultanların yanında onlara manevî önderlik etmiş din ulularının ve tarikat büyüklerinin bulunduğunu hepimiz biliriz.

   Ancak 30 Kasım 1925 tarihinde Atatürk’ün emriyle TBMM’de kabul edilen “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması” ile ilgili kanundan tam 61 sene önce, Osmanlı döneminde Kasım 1864 tarihinde, III. Selim zamanında, “Sapkın inanışlara sahip” bazı tarikat ve tekkelerin denetlenmesi amacıyla, “Meclis-i Meşayih” adıyla bir meclis kurulması gereği duyulduğu da bir hakikattir.

   Demek ki, tarikatlardaki bozulma ve yozlaşmalar son zamanlardaki bazı kurslarda ve yurtlarda görülen “sapkınlıklarla” yeni ortaya çıkmış değildir.

   Tarikat adı altında bulunmaları yasal olmadığı için, ancak bugün çeşitli dernek ve vakıflar adı altında en kontrolsüz dönemlerini yaşayan tarikat ve cemaatlerin aslî hüviyetlerine döndürülmelerinin zamanı çoktan geçmektedir.

   Tarikat ve cemaatlerin siyasî desteklerini yanına almak amacıyla, iktidarların sürdürdükleri rüşvetkâr ve tavizkâr politikalarının karşısında, cehle karşı açılacak savaşın kazanılmasından başka çaremiz yoktur.

   Söylediklerimi uzun vadeli görenlerin ”geç bunları kardeşim” dediklerini duyar gibi olsam da, ben “Öğretmen Marşı”mızdaki o saf-tertemiz duygulu mısralarla seslenmeye devam edeceğim, çünkü biliyorum ki, yaşanan her türlü aldatmacanın, pisliğin tek panzehiri en kısa zamanda cehaletten aydınlığa ulaşmaktır.

                           Candan açtık cehle karşı bir savaş,

                              Ey bu yolda ant içen genç arkadaş!

                                 Öğren, öğret hakkı, halka, gürle coş,

                                 Durma durma koş.

                                       Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun.

                                 Yurdum seni yüceltmeye antlar içtim.