1976 veya 1977 senesi haziran ayı olduğunu hatırlıyorum. Ankara’dan gönül dostum aramış ve bana bir dostunu göndereceğini söylemişti. Kendisine bir yer temin etmemi ve sahip çıkmamı istemişti. Gelen Erdoğan Aslıyüce idi. Bursa’da bir hadiseden dolayı sıkıntılı bir süreç yaşıyordu. Adını değiştirmişti. Bazı arkadaşlarımız daha bunu biliyordu. 
Aylarca yanımızda kaldı. Hiç kimse Erdoğan Aslıyüce olduğunu anlamadı. Kardeşi de askerdi. Arada bir onunla da görüşüyordu. Erdoğan Aslıyüce bazı arkadaşlarımızı yanına alarak köy köy dolaşmaya başladı. Her gittiği yerden dönerken ilginç hatıralarla dönüyordu. Elinde fotoğraf makinası kalem ve defter bulunduruyordu. Kalem ve deftere gezileri sırasında notlar alıyor bu notlardan daha sonra makaleler yazıyordu. Bu makaleler HERGÜN GAZETESİ’ nde yayınlanıyordu. Fotoğraflı makaleler büyük ilgi görüyordu. Bu süre zarfında hiç boş durduğunu görmedim. Kabına sığmıyor sürekli hareket halindeydi. Türklük damarlarına basılmasına asla müsaade etmezdi. Türk milletine en büyük darbelerin devşirme ve dönmelerden geldiğine inanırdı. Bunlara ait belgeleri de ortaya çıkarmak suretiyle kamuoyunun dikkatini çekerdi.
Sonraki hayatında gittiği her yerin ilginç olarak gördüğü konuları not ediyor fotoğraflar çekiyordu. Aradan uzun bir zaman geçmişti. Birgün postadan bana bir kitap gelmişti. Kitaba baktığımda Erdoğan Aslıyüce “ŞURA ŞEHİRLER” isimli bir kitap. Hemen okudum ve kitapta yanımızda bulunduğu zaman yaptığı röportajlar ve fotoğraflar vardı. Her gittiği yerde bunu yaptı. Böylece tarihe not düştü. Ahmet Yesevi sevgisi kendisinde büyük bir tutkuya dönüşmüştü. Bir gün kendisinin kurduğu Yesevi vakfındaki odasında oturuyorduk. Ağzında sigarası hem benimle konuşuyor hem de bir kâğıda yazılar yazıyordu. Dosyaları ve kitapları arasında bir fil bile kaybolabilirdi. Birinin bir belge veya bir dosya bulmasının mümkünü yoktu. Ama kendisi bir kalkışta istediğini alıp önüne koyabiliyordu. Bu sırada şık giyimli iki zarif hanımefendi içeri girdi. Daracık odada ikimizde ayağa kalkmıştık. Belli ki bir dilekleri vardı. Hanımlardan biri -Biz Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesinde Edebiyat öğretmeniyiz. Bu sene Ahmet Yesevi Yılı ilan edilmiş. Bizde buraya yakınız. Ahmet Yesevi Vakfı’nın burada olduğunu duyduk. Buraya ilk defa geliyoruz. Ahmet Yesevi veya yakını biri ile görüşmek istiyoruz. Mümkünse okulumuza kadar gelip öğrencilerimize konuşmalar yapabilir mi? İkimizin de nutku tutuldu. Erdoğan Aslıyüce kızacak gibi durunca bende ortamı yumuşatmak amacıyla ondan önce söze girdim. Hanımefendiler tam yerine geldiniz. Ahmet Yesevi maalesef vefat etmiştir. Karşınızda Ahmet Yesevi’nin torunu Erdoğan Aslıyüce duruyor dedim. Hanımefendilerin şaşkınlık hayret ve hayranlıkları görülmeye değerdi. Bu sözlerimden dolayı bana daha sonra dönerek -ya kardeşim ben kim Yesevi’nin torunu olmak kim niçin bana öyle bir sıfat yakıştırdın ezildim. Hanımefendilere anlatana kadar ak ile karayı seçtik. Erdoğan Aslıyüce, tek başına millî bir kütüphane gibiydi. Hangi Türk boyu nerede yaşıyor bir tarihçi kadar bilgisi vardı.
Türk dünyasından tanımadığı yok gibiydi. Gitmediği yer de yok gibiydi. Açıkçası telefon ajandasında kimler var merak etmedim değil ama tahmin edebiliyordum. Arkadaşlarının yardımı ile en zor işleri yapıyordu. Kitap yazıyor, dergi çıkarıyor konferanslara gidiyor sempozyumlara katılıyor ve geziyordu. Bütün konuşmaları ve kitapları Türklük ve İslâm üzerinedir. Çok çay ve sigara en büyük alışkanlıklarıydı. Kendisini sigaradan koparamadı. Dolu bir ömür geçirdiğini söyleyebiliriz. Bu ömrünü de verimli geçirmiştir. Pazar kahvaltıları ve konferansları her biri kendi sahasında uzman olan ilim insanlarının uğrak yeri Yesevi Vakfı idi. Birgün telefonla aradı -Gardaş dergiye niçin yazı göndermiyorsun. Yaz gönder ama iki şartım var dedi. Birincisi siyasi olmayacak ikincisi uzun olmayacak. Ona göre yaz. Bende dedim ki başkanım siyaset zaten istesen de yazman ama kısa yazı yazmam mümkün değil. Yazı istersen gönderirim. Beni kısıtlama dedim. Cevaben okumuyorlar boşuna yazıyorsun dedi. Okunmayan bir dergiyi niçin çıkarıyorsun. Sen de dergiyi kapat başka bir iş yap. Dergi çok güzel bence de okunuyor dedim ve anlaştık. Bunun üzerine uzun bir süre her ay bir yazı gönderdim. Salgın hastalık sebebi ile dergiyi yayınlamak zorlaşınca ara verdi.
Son görüşmemiz Şeker Bayramında vakıfta bayramlaşma için gelmişti. Birkaç defa telefonla aradım. Sesi çıkmıyordu. Vakfa gelişleri seyrekleşmişti. Şeker bayramı öncesinde arayınca sevindim iyileşmiş arıyor ama sesi çok zor çıkıyor ve konuşmasına izin vermeden ben konuştum. Sonunda bayramlaşmak için vakıfta buluşmaya karar verdik. Kendisini yalnız bırakmayan dostlarından Davut Haskırış, Ahmet Orhan bey daha başka sevenleri oradaydı. Aşağıdaki fotoğraf da isteği üzerine çekildi.
Koluna girerek evden getirmişlerdi. Vakfı özlemişti anlaşılan. Ömrünün büyük kısmını bu vakfın ayakta kalması için harcamış ve büyük bir kültür hazinesi bırakmıştı. Her şey Türk için Türk’e göre Türk tarafından şuurunda olan katıksız büyük bir Türk milliyetçisiydi. Kırıkkale’nin bir köyünden işçi olarak başladığı iş hayatına daha sonra Türk Metal Sendikasında başladığı sendikacılık faaliyetinde unutulmaz ve sendikacılık tarihine notlar düşürecek kadar başarılar elde etmişti. 
Son zamanlarda aramızdan ayrılanların sayısı hayli fazlalaştı. Elbette gidenler bize üzüntü veriyor. Ama ilahi tecelli budur. Bir Erdoğan Aslıyüce daha yetişir mi? Açıkçası bilmiyorum. Ahmet Yesevi’nin manevi torunu olmayı kabul etmişti. Vakfın faaliyetinin de Yesevi anlayışının bir devamı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Araştırmacıların vakıfta yapacakları araştırmaların sonucunda bu neticeyi çıkaracaklarından eminim. Allah sana rahmet etsin Erdoğan Aslıyüce Başkanım. Ruhun muazzez olsun inşallah.