Buhranlı günlerden çıkışta, toplumun heyecanını ve moralini yüksek tutacak, azmini ve inancını güçlendirecek liderlere ihtiyaç vardır.

   Bu liderlerin en büyük vasfı; önderlik yapacakları topluma, geçmişteki mücadeleleri ve kimliklerinden alacakları güçle, arzu istek ve hedeflerini en veciz ve inandırıcı şekilde anlatacak belâgate, daha anlaşılır bir ifade ile, güçlü bir “hitabet” yeteneğine sahip olmalarıdır.

  Zor günlerden çıkışta millete öncülük edecek kişinin yerinde yapacağı bir konuşmanın veya tek bir cümlenin bile, en güçlü silahlardan daha etkili olduğu, uzak ve yakın tarihimizde yaşanmış örnekleriyle görülmüştür.

   Büyük Türk hakanlarının ve sultanlarının, tarihin seyrini değiştiren zaferleri öncesinde ordularına ve milletine yaptıkları konuşmalar, tarihin şeref levhaları arasındaki yerini almıştır.

   Bizim konumuz; dinî, hukukî, ilmî, askerî, hitabet türünden çok, insanları gelecekte bir gaye etrafında toplayacak olan, belki bu türlerin hepsini de kapsayacak olan hitabet türüdür.

   Yazımızın başlığından da anlaşılacağı üzere, bu hitabet türünün Allah vergisi yeteneğiyle ve tabii ki aldığı eğitimin de etkisiyle, Türk edebiyatı ve siyasetinin gelmiş geçmiş en önemli temsilcisi Hamdullah Suphi Tanrıöver’i (1886-1966) yeniden hatırlamaya çalışacağız.

   Bilindiği gibi, Hamdullah Suphi’nin diğer bir özelliği de, “Türkçülük” hareketinin öncü isimlerinden oluşu ve 1912’den itibaren devraldığı Türk Ocağı’nın 19 yıl başkanlık görevini üstün bir başarıyla yürütmesidir.

   İstanbul’un işgali üzerine, diğer vatansever Türk yazar, şair ve aydınlarıyla birlikte halkı coşturan nutuklarıyla öne çıktı. 1920’de Millî Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçti. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında iki defa (1920-1921 ve 1925) Millî Eğitim Bakanlığı görevlerinde bulundu.

   TBMM’de İstiklâl Marşı’nın kabulü üzerine, meclis kürsüsünden defalarca İstiklâl Marşı’nı büyük bir heyecanla okudu ve tarihî anların yaşanmasına vesile oldu.

   “Hamdullah Suphi”den “Dağ yolu”na geçersek; “Dağ Yolu”, O’nun Millî Mücadele döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ve mecliste yaptığı mucizevî tesir kuvvetindeki konuşmalarının bulunduğu eseridir.

   Yazarın yaşamış olduğu ve gözlemlediği olaylar karşısındaki duygularını, tepkilerini anlatan konuşmalarından ve hatıralarından oluşur.

   Dönemin önemli şair ve yazarlarının, Hamdullah Suphi ve Dağ Yolu ile ilgili bazı anlatımları, gerçekten bugüne ışık tutacak kıymettedir.

   Önemli şair ve yazar İbrahim Alâeddin (Gövsa) (1889-1949), 11 Ağustos 1928 tarihli İkdam gazetesinde Hamdullah Suphi ve Dağ Yolu için;

   “Edebiyatımıza on beş yıl öncesine kadar tamamıyla yabancı bir çığırı, bir edebî türü Hamdullah Suphi Bey getirmişti. “Dağ Yolu” hitabet denen bu edebî çığırın yapraklara geçmiş ilk örneği, ilk eseridir.” der.

   Yine şair-yazar-öğretmen Hakkı Süha (Gezgin) (1895-1963), Hamdullah Suphi’yi ve Dağ Yolu’nu, O’nun Erzurum Mebusu Ziya Efendiye cevaben verdiği cümlelerle tanıtırken, “Şu satırları, kim bilir kaç kere okudum.” diyerek hayranlık ve takdirlerini bildiriyor:

“Bir memleketin siyasetine bakınız; ahlâkı orada görürsünüz. Bir memleket ki susmuştur, başındaki adamların dinî, siyasî, zümrevî veya ailevî baskısına karşı dalkavukluktan başka bir şey yapmıyorsa, o, ahlâken geridir, aşağıdır.

   Bir devir ki, hükümeti eleştirir ve kontrol eder, görüşünü basınında, kürsüsünde ve her yerde söyler, onun ahlâkı yükselmiştir. Siyasetin bu geniş şekli, yükselen o ahlâktan doğmuştur.”

   Hamdullah Suphi’nin; zamanları, siyasî partileri ve hükümetleri aşan bu sözleri karşısında saygı ve hayranlık duymamak mümkün mü!...

   Günümüzün akademik unvanlı birçok sosyolog ve ilim adamı, olaylara bakış açılarında ve değerlendirmelerinde kısa zaman dilimlerinde çelişkiler ve kendileriyle ters düşüşler yaşarken, 100 yıl sonra da, “Hamdullah Suphi”den “Dağ Yolu”na bakmak yolumuzu aydınlatmaya devam ediyorsa, O’nu daha çok anlamak ve anlatmak sorumluluğumuz var.