Mebûs, cumhuriyet öncesi demokrasi maceramızdan bize yadigâr kalan bir mefhumdur. Arapça kökenlidir. Meşrutiyet yıllarından itibaren kullanmaya başlamışız. Bir kısım insanların oylarını almak suretiyle teşkil edilen mecliste temsil edilmektir. Ünlü hikâyecimiz Refik Halit Karay ‘Kirpinin Dedikleri’ isimli eserinde II. Meşrutiyet dönemine ait bir mebûs hikâyelerini hikâyelerinde sıkça anlatmaktadır. Bir hikâyesinde mebûs arkadaşı ile köprünün üzerindeki şerbetçi dükkanının önünde karşılaşmışlar. Mebûs arkadaşının koluna yapışarak ‘şurada on paraya bir dolu bardak âlâ gazoz içilmez mi?’ deyivermiş. Arkadaşı ‘içilir ama sizin için münasebetsiz olmaz mı serde mebûsluk var elli bin kişinin vekaleti var?’ Böyle ayaküstü herkesin gözü önünde elimizde bardaklar hoş olur mu? Mebûs arkadaşına dönerek ‘Sana doğrusunu söyleyeyim ki ben bu teraneden bıktım’ demiş. Sözlerine devam ederek nereye gitsem karşıma hemen elli bin kişinin vekaleti ile karşılaşıyorum. Dünyanın en güç işi mebûsluktur. Elli bin kişinin mebûsluğu elli bin kişinin memurluğunu yapmaktan başka bir şey değildir.

     Yukarıdaki hikâye uzayıp gider. Osmanlı dönemi mebûsluğu ile cumhuriyet dönemi mebusluğunu karşılaştırmak aklımızdan geçmedi ama geçmişle az çok ilgilenen biri olarak aklıma daha önce okuduğum yukardaki hikâye geldi. Elbet başka mebûsluk hikâyeleri vardır.

     Şöhret olmak sevdasını hizmet kılıfı ile örtenlerin varlığı şimdiki zamana mahsus olmadığını da biliyoruz. Elâzığ’ dan seçilen devrin iki mebûsunun şöhret delisi olduklarını ifade eden şair Hazmî mebuslardan bir dörtlüğünde şöyle yakınmaktadır.

Baloş baboş iki meftûn-ı şöhret

Kazara oldular mebûs-u millet

Görenler bu iki çaylağı elbet

Dediler, seçime mebûsa lanet

     Başımıza ne geldiyse de bu seçimlerle gelmiştir diyenlerin sayısı hatırı sayılır derecede artmaktadır. Niçin mebûs olmak istiyorsun? Sorusuna muhatabın cevabını bilmeyen olmaz. Mebûslarla ilgili en ağır sözü Neyzen Tevfik’ in söylediğini söyleyebiliriz.

Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler,

Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler…

Künyeni almak için, partiye ettim telefon:

Bizdeki kayda göre, şimdi o mebûs dediler.

     Neyzen Tevfik’ in hiciv yaptığı ve bunu en sert ifadelerle terennüm ettiği biliniyor. Yukarıdaki dörtlük en hafif olanlarındandır. Cumhuriyet tarihimizde adı unutulamayan şöhretli mebûslarımız vardır. Hiç şüphe yok ki kötü şöhret sahibi olanlar olduğu gibi iyi şöhret sahibi olanlar da vardır. Bulunduğu makamın gücünü kullanarak yakınlarına çıkar sağlamayanlar var mıdır? Maalesef cemiyetimiz bu davranışları normal karşılamaktadır. Eski bir başbakanın görevde olduğu bir zamanda taraftarı olduğu takımın maçına oğlunun ısrarı ile bilet alarak sıraya girmesi maçı diğer seyirciler arasında seyretmesi normal karşılanmıyorsa bir arıza var demektir. Demokrasi ile idare edilen başka memleketlerde her insan gibi görevlerine toplu taşıma ya da bisiklet ile giden politikacıların yanında devlet görevlileri de aynı yolu tercih etmektedirler.

     Babadan oğula devam eden siyasi makamların değerlendirmesini hangi din ya da hangi sosyolojik kurala göre açıklayabiliriz. Birinin yakını olmak kimseye ayrıcalık tanımamalıdır. Ancak, cemiyet içinde herkes sırtını dayayacak bir politik kaynak aramaktadır. Arzu edilen bir davranış şekli olmayan bu durumun normal bir davranış olduğunu söylemek çürümenin işaretidir.

     Mebûs olmanın amacı normal şartlarda ülkeyi yönetecek kuralların belirlenmesinde etkili olmaktır. Bunun karşılığını verenlerin mutlu olacağını söyleyebiliriz. Ülkeyi idarede söz sahibi olmak şerefli bir görevdir. Görev yerine şeref verenlere ne mutlu. Görevlerinden dolayı şeref alanların halini görevlerinden ayrılınca görmek lazım. Nasrettin Hoca’nın semiz bir öküzü varmış. Kafasının üzerindeki iki boynuzunun arası o kadar çok güzel görünürmüş ki kendisinin de canı oraya oturmak istemiş ama bir türlü bunu becerememiş. Bir gün çayırların üzerinde upuzun uzanmış yatan öküzün boynuzlarının arasındaki mevkiye kurulup oturmak hissi içinde kabarmış. Hazır öküzü uykuda yakalamışken arzu ettiği mevkiye kurulmanın iştahı ile boynuzların arasına atlamış. Atladığı gibi kendisini sere serpe yerde bulmuş baygınlık geçirdiği sırada hanımı yetişmiş niye böyle yaptığını sormuş. Büyük bir tehlike atlattım. Canım çok yandı, kemiklerim kırıldı ancak emelime nail oldum.

     Meşrutiyetten günümüze kadar mebûsluk hevesinde bir değişme var mıdır? Reik Halit’in hikâyelerindeki mebûs, Hazmî’ nin ifadeleri ya da Neyzen’in serzenişlerinde haksızlık var mı? Her ne ise bize düşen mebûs olanlara hayırlı olsun demekten başka bir şey gelmez.

18.05.2023 İstanbul