Bir toplumda soyut kavramların yeterince kavranamaması ve anlaşılamaması, günümüz medeniyeti için önemli bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlaşılamamazlık durumu hayat sınav sonuçlarına yansımakla kalmıyor. Keşke bu; sınav sonuçlarıyla biten bir oyun olsaydı. Sınav sonuçlarının işaret ettiği yetersizlik, milletin fakirleşmesine, insanlar arası münasebetlerin çürümesine, temel değerlerin çarpıklaşmasına da yol açıyor.

               Soyuta yükselememek, somutta kalmak, mukaddesin anlaşılmasında vahim çarpıklıklara da yol açıyor. Millet, ancak devlet kurabilen toplulukların ulaştığı soyut bir kavramdır. Buna karşılık kavim ise, etnisite, kabile, devlet öncesi fakat kısa ömürlü siyasi organizasyonların dayanak noktasıdır. Soyutu kavrayamayan insanlar bu somut döl müşterekliğinde takılır kalırlar. Milleti de kabile, kavim ve bunların büyüğü sandıkları ‘’ırk’’ gibi anlarlar. Milleti anlamayan, milleti ırk, kabile ve benzerlerine benzeten, son tahlilde milliyet aleyhtarı politikalar sonuçta milli birliği tahrip eder ve devletin tehlikeye girmesine yol açar.

               Milleti ne yazık ki döl birliğinden ibaret bir oluşum zannediyorlar. Kavrama kapasiteniz ancak döl birliğine yetiyorsa, Türkiye’de birçok millet var zannedersiniz. Bu siyasileri korkuya sevk ediyor. Sık işittiğimiz ‘’milletimiz’’, ‘’aziz milletimiz’’, ‘’asil milletimiz’’ gibi isimsiz ve ne olduğu belirsiz bir sözde milleti övüp sonra da o millette birlik tavsiyesiyle biten nutuklar aslında bu soyut kavram yetersizliğinin yol açtığı telaşın sonucudur.

               Nihayet dünya görüşü, sosyo-ekonomik tavırlar, muhafazakâr veya değişimci görüşler hep soyut kavramlardır. Bunlara dayanan sosyal hareketle, siyasi partiler ve nihayet demokrasi de soyut kavramlardır. Modern devlet, demokrasi, partiler, siyasi doktrinler hep bu soyut kavramlara dayanarak oluşurlar. Bunlar yoksa, kavranamıyorsa partiler siyasi kabilelere, menfaat birlikteliklerine dönüşürler. Fikirler, tezler etrafında değil, büyük, hatasız liderler, olağan dışı ve olağanüstü führerler etrafında toplanılır. Ve hep birlikte felakete gidilir.

               Uluslararası öğrenci değerlendirme raporu, insan kaynaklarının geliştirilmesi program otoritesi gibi kuruluşların yapmış olduğu değerlendirmelerde notumuz düşük çıkıyor. Düşük çıkıyorsa çıkıyor ne olur? Diyebilirsiniz. İşte şunlar olur! En azından kendimizi toparlayana kadar millet ve ülke olarak karşılaşacağımız riskler büyür. Daha kötüsü kendimizi toparlamayı sağlayacak çıkış yollarını da düşünemez oluruz.

               Dinlerin tarihine bakacak olursak; somuttan soyuta doğru bir gidiş olduğunu görürüz. Semavi dinlerden önce somut putlar vardı. Bunlardan başlayan din, soyut yaratıcı anlayışına doğru gelişti.

               Önce gözle görünenler, bir dağ, bir deniz, bir hayvan, ateş, güneş veya ay, tapınılacak nesneler olarak kabul görmüştür. Daha sonra gözle görünmeyen, elle tutulmayan cedlerin ruhları, diğer ruhlar, ilahlar, ilahları temsil eden totemler, putlar, sonra insana benzeyen bir tanrılar obası, sonra tek ama aile sahibi bir Tanrı. Bugün bile Hıristiyanlar Tanrı’nın annesine ve oğluna yalvarır, dua eder.

               En soyut Tanrı tasavvuru İslam’ın Allah’ıdır. Doğmamıştır, doğurmamıştır, bir mekânı yoktur, mekan onundur, alemlerin rabbidir, zaman onundur, her yerdedir ve her zaman hazır ve nazırdır. Ünlü filozof David Hume, Katolik kilisesinin azizlerini Zeus’un etrafındaki küçük tanrılara benzetir. Papazların güçlerini takviye için batıl inançları kullandıklarını söyler.

               Hıristiyanlık, Tanrı kavramının soyutluğundan sıkıntıya düşüyorsa, Müslümanlık için bu daha da şiddetle geçerli olmalıdır. Çünkü İslam’da ne Tanrı’nın dua edilecek ve merhamet dilenecek bir annesi vardır, ne de insanları kurtarmak için feda ettiği bir oğlu. O zaman bu kadar soyut Tanrı kavramıyla kendi dünyası arasında bir köprü kurmak için her zaman bir kurtarıcıya ihtiyaç duyan ve düşünce dünyasını buna göre dizayn eden somut Müslüman, somut ilahlar aramaya başlar. Mucize sahibi imamlar, azizler, şıhlar, mehdiler… Hem siyasette hem ibadette izleyeceği liderler, imamlar, hoca efendiler. Çünkü soyuta zihinlerinde henüz yer açılmamıştır. Beyinler soyuta alışmamıştır. Saydığımız imamlar, şıhlar, mehdiler somut mucizeler gösterir ve gaipten, gelecekten haber verirler. Mucizelerle kuşanmışlardır. Gerçi bu mucizeleri hiçbir mürit görmemiştir ama başkalarından işitmiştir. Hazreti Muhammed’den mucize istendiğinde cevap, ‘’ Kur’an’ın kendisi mucizedir.’’ Olmuştu. Fakat Hazreti Allah, alemlere rahmet olarak yeryüzüne gönderdiği peygamberinden esirgediği gösteriye yönelik mucizeleri zamanımızın şeyhlerine bol bol bahşetmektedir, ne hikmetse!

               Soyutu kavrayamama eksikliği sadece putlar yaratmaya sürüklemiyor, soyuta tutunulamayınca inançlarda da aşağıya, somuta doğru kayılıyor.

İslam soyuttur. İnsanlar arasında adalet ve hakka dikkat etmek. İyilikleri işleyip kötülükleri def etmek. Kul hakkı yememek. Ve belki de en mühimi, Allah’ın bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu hissedip kimse bakmıyorken de böyle davranmak. Bunlar şüphesiz ki soyut şeylerdir. Halbuki selefi ve tekfircilerin emirleri ve bizden istedikleri somuttur. Yemeği elle yiyeceksin! Su içerken çömelecek ve üç yudumda içeceksin. Ayakta işemeyeceksin. Bunların dediklerini yapmayan kafirdir. Birilerine yaptıklarından veya yapmadıklarından dolayı kafir demek, herhalde geçmişte bugün olduğu kadar yaygın değildi. Hem Hazreti Ali’ye hem Muaviye’ye kafir diyen Hariciler zamanı ve onların cemaati hariç. Son asırlarda bu, sadece Vahabilerin işiydi. Şimdi tekfirci birçok gurup var.  Bu gurupların hepsi de insanın yapıp yapmadıklarına bakılarak imanı hakkında hüküm verilebileceği ve yanlış işleyenin dinden çıkacağı fikrindedirler.

Mümin, yazımın içinde bahsettiğim İslam ilkelerini içselleştirmiş adamdır. Mümin soyuttur. Bizim eski bir deyişimiz, ‘’para ve imanın kimde olduğu belli olmaz’’ sözüdür. Paranın kimde olduğu artık gereğinden fazla belli de imanın kimde olduğu hala belli değil. Hanefi-Maturidi çizgisini reddedip imanı amele bağlamak, amelle imanın eksilip azalabileceğini düşünmek ve ameli ve amelleri gözlemleyerek bir insanın kafir olduğuna karar vermek, İslam’ı soyuttan somuta alçaltmaktır. İmam Maturidi’nin tespit ettiği temel ilkelerden biri şudur; İman ya vardır yahut yoktur. Artmaz, eksilmez. Sünni Müslümanlıkta da Şii Müslümanlıkta da ameline bakıp bir insanı kafir ilan edemezsiniz. Kişi kendi küfrünü veya şirkini açıkça beyan etmediği sürece.

‘’Oruçlu iken duşa girersem oruç bozulur mu?’’ sorusu ve cevabı somuttur. Takva soyuttur. Nerelerin örtüleceği somuttur. Ahlak soyuttur. Apış arası somuttur. ‘’İsraf haramdır’’ soyuttur. Altın alyans yasağı somuttur. İtikad soyuttur, ilmihal somuttur. Hemen hemen tamamı uydurma olan sevap-günah hadisleri somuttur. Namazı sarıkla kılarsan elli kat daha fazla sevap kazanırsın. Şunu yaparsan bin, bunu yaparsan elli bin sevap kazanırsın gibi.

Müminler soyutu kavrayamaz hale gelince, din de bir teknik günah-sevap el kitabı olup çıkar. Temel değerler artık kimsenin tasası değildir.

İnşaAllah bir sonraki buluşmamızda ise diğer somut-soyut kavramlar üzerinde fikirlerimizi anlatmak dileği ile.