ÖĞRETMENEVİ 

Bu şehrin öğretmenevine ne kadar ihtiyacı olduğunu başımdan geçen iki olayla anlatmaya çalışayım. Elazığ’ın bir ilçesine tayini çıkan karı koca öğretmenler gelip beni buldular; ‘’Kar yüzünden yollar kapalı olduğu için şehir merkezinde kalmak zorunda olduklarını” söylediler. Öğretmen oldukları için aldım ve o zamanki ‘’Öğretmenevine götürdüm. Tabi her zamanki gibi yer sıkıntısı var. Neyse araya hatırlı kişileri soktum ve yer ayarladım. Beraberce o meşhur eski binamızdan içeri girdik. Hadi gelmişken ben de bir içeriyi görem diyerek odaya doğru yürüdük. Birden karşımıza  “peştemallı” bir adam çıkmasın mı? Ben “bu ne ayak?” diye aklımdan geçirirken bayan öğretmen başını duvara doğru çevirdi ve utancından kıpkırmızı oldu. Kocası da sinirden dişlerini sıktı. Neyse acayip durumu atlattık. Utana sıkıla odalarına yerleştirip çıktım. Meraklı biriyim ya durur muyum, sordum, soruşturdum. Meğerse odalarda banyo yokmuş ve insanlar katlarda bulunan müşterek hamamlarda yıkanıp çıhilermiş. Eski Öğretmenevimizin bir de lokali mi desem? Kahvesi mi? Desem, bir bölümü vardı. Emekli öğretmenlerin, çalışan öğretmenlerin takıldığı, vakit öldürdüğü, oyun oynadığı bir yer. Bir gün oraya da yolum düştü. Okey oynayan emekli öğretmenlerimizden bir grubun oyun karesine sinek olarak misafir oldum. Onlar tüm hararetleri ile oyun oynarken, ben de bedava çayımı içip etrafı inceledim. O esnada öğretmenlerden biri de oyun oynarken kesik kesik öksürüp duridi. İçerinin havasızlığı, boğukluğu, etrafın bakımsızlığı ve duman altı durumu temiz olmayan ortamını görünce emekli öğretmenimizin fazla hayatını sürdüremeyeceğini tahmin ettim. Zaten o günden sonra öğrendim ki; Öğretmen ağabeyimiz kısa bir süre sonra bu dünyadan göç etmiş...

                                                                             *** 

MAÇ BAŞLADI  

Evet, nerde kalmıştık? İlimizin iktidar milletvekili, muhalefet liderine “Terbiyesiz” Dedi. İlimizin muhalefet milletvekili ise ‘’Haddini bil” cevabını verdi. Bu ikili sık sık karşı karşıya gelip şehrimizde siyaseti renklendirilerdi. Biz de onları uzaktan ilgiyle izleyip, laf düellosundan kimin galip çıkacağını tahmin etmeye çalişidik. Tuttuğumuz tarafa tezahürat yapidik. Uzun bir süredir ikili karşı karşıya gelmeyip, nerdeyse ahbap olacaklardı ki araya ‘’Haddini bil ve Terbiyesiz’’ polemiği girdi. Şimdi biz ne yapacağız? Yine bir köşeden ilgiyle takip edip, tezahürat yapacağız. Yalnız kuralları bir hatırlatalım. Belden aşağı vurmak yok, sık sık sarılmak yok, gong sesinden sonra vurmak yok, kaçak dövüşmek yok, hakemi aldatmak yok, sportmenliğe ve centilmenliğe aykırı hareket yok... Kazananı halk belirleyecek. Müsaadenizle onu da halk belirlesin değil mi? Halkın oyuyla gelmişler, maçın sonunda da halkın oyuyla biri kaybeder. Hadi çayınızı kahvenizi koyun, meyvenizi çerezinizi hazırlayın. Ama acele edin maç başladı.  

  

                                                                         ***  

SEPETÇİLER 

Eskiden kapalı çarşıda sepetçiler varmış. Fırının kasabın önünde, çeşmenin başında gözleri çarşının girişlerinde… Gelenlerin içerisinde tanıdıkları ararlarmış. Çünkü müşteriler genellikle tanış sepetçileri çağırırlarmış. Kapalı çarşıya giren müşteriler kasaba, bakkala, fırına uğrayıp bir sepet dolusu gıdasını alır, sepetçiyi çağırır ‘’Evladım al bunları, bizim eve götür’’ derlermiş. Sepetçi de tanış olunca kendi işine gider alınanları müşterinin evine götürürmüş. Zaten haftada 1-2 sefer aynı eve gittiği için adres tarifine de gerek olmazmış. İnsanlar Kapalı Çarşıya girdiğinde büyük butlar halinde et, bidonlar ile peynir, çuvallar ile un-şeker, kasalar ile meyve-sebze alırlarmış.  O zaman insanlar çok mu zengindi? Yok, o kadar da zengin değillermiş, ama para da bereket varmış. Alım gücü varmış, fahiş fiyatlar yokmuş. Esnaf, memur, işçi, köylü yer içer ihtiyacını karşılar, üstüne bir de tasarruf yaparmış. Alınlarının teri, bileklerinin gücüyle mesleklerini icra eden o zamanın tabiri ile sepetçi kardeşlerimiz de yıllarca kapalı çarşının renkli simaları olmuşlardır. 
                                                                             ***  

HAFTANIN FIKRASI:

Padişah ile vezir; ‘’Sen mi büyüksün, ben mi büyüğüm?” Diye tartişiler. Bir türlü anlaşamiler. 

En sonunda ‘’Kalk gidek, Birilerine sorah’’ Diye yola düşiler.  

Yolda bir çobana denk gelip soriler;  

-‘’At mı büyük, eşek mi büyük?”  

Çoban: ‘’At’’ deyi.  

-‘’Fil mi büyük, deve mi?’’ 

Çoban: ‘’Fil’’ deyi.  

-“Padişah mı büyük, Vezir mi?” 

Çoban: ‘’Valla ben o hayvanları tanimim’’ deyi!